Şair Eref Hakkında Bilgiler . . . - Şair Eşref Vakfı Kırkağaç Resmi web sitesi

İçeriğe git

Ana menü:

ŞAİR EŞREF (1847-1912)


Kırkağaç ünlüleri deyince elbette ki akla gelecek ilk isim Türk Hiciv sanatının büyük ustası Eşref’tir. Bu ünlü “Heccav” üstüne yazılmış hayli eser bulunmaktadır. Yine de onun edebi değeri dışında, gerek yaşadığı dönemdeki konumu, eserlerinin içeriği ve sosyal etkileri, hürriyet peşinde koşan kitleleri yüreklendirici etkisi ve nihayet 2000’li yıllarda Eşref in yeniden yorumlanması, lazımdır.

hem gerekli ve hem de faydalı olacaktır. Ne var ki hakkında kitaplar yazılmış bu kadar önemli bir kişiyi Kırkağaç’ı tanıtmak üzere kaleme alınan bu kitaba sığdırmak mümkün değildir. İyi ama, söz Kırkağaç ünlülerine gelmişken Eşref’ten söz etmemek de çok büyük bir saygısızlık olurdu. 0 zaman biz çok kısa bir özet vermekle yetinelim Önce burada, bana ailemden intikal eden, Eşref’le ilgili hiçbir yerde yayınlanmamış bir beyiti yazmak ve onun hikayesini anlatmak istiyorum.
 Eşref bir gün dedemin evini ziyarete gelir. Babam o yıllarda yeni yetme bir delikanlı, ondan birkaç yaş büyük halam ise evin genç kızı konumundadır. Birlikte oturulur, söyleşilir. Derken bir şey Eşref in dikkatini çeker. Konsolun üzerindeki büyük ayna bir hayli tozlanmıştır. Önce şöyle bir parmağıyla dokunur, sonra da tozlu aynaya aşağıdaki dizeleri yazar:

Yazı yazdım şu aynanın tozuna Lanet olsun bu evin kızına Esasen Eşref bahanemin dayısıdır ve halamı da çok sevmektedir. Fakat Eşref in o pervasız ve eleştirel tavrı burada da kendini göstermiş, pek sevdiği bir yakın akrabasını bile hicvetmekten çekinmemiştir. 0 ki, bırakın başkasını, aşağıdaki dörtlükte görüldüğü gibi kendisini bile acımasızca eleştirmekten geri kalmayacağını açıkça belirtmiştir:

Eylemem ölsem de kizbi ihtiyar,
Doğruyu söyler gezer bir şairim;
Bir güzel mazmun bulunca, Eşrefa!
Kendimi hicv eylemezsem kafirim

Sözün kısası, Eşref önemli bir isimdir. Çünkü varlığı ile, şi1 ile sadece yaşadığı dönemde Il. AbdLilhamjd istibdatına baş kaldır makla kalmamış, eleştirel tavırlarıyla kendinden sonra gelecek kuşak lara da örnek olmuştur, Bakın bir Eşref araştırmacısı Onun için ne diyor:“ Bu bakımdan ona, ‘çağdaşımız Eşref’ demek yerinde olur. İİ. Abdülhamid ve Meşrutiyet devirlerinin toplumsal ve siyasal baskılarına başkaldıran; bütün ezici, genci ve çıkarcı güçlere karşı kalemini bir silah olarak kullanan ve bu yüzden ömrünün büyük bir kısmını hapis ve sürgünlerde geçiren Eşref, kendi devrine gelinceye kadar yergiyi sanat alanında hep ikinci uğraş olarak alan sanatçıların tutumunun tersine, onu tek uğraş alarak seçmiş; böylece, yergi türünü bağımsız bir edebiyat dalı haline getirmiştir”Eşref sadece Abdülhamid’i değil, yeri gelince Ittihatçıları, yeri gelince de İkinci Meşrutiyet’i de o sivri diliyle eleştirmekten çekinmemiştir. İşte Eşref ten birkaç mısra: 

Kör topal toplandı meb’usanımız
Bir tarafta kalmadı noksanımız
Meclise dizdim büyük küpler gibi,
Arz-ı endam ettiler . ..neler gibi.
Arkadaşlar, haydi yekavuz olun,
Bir sürü güya kümeste kaz olun
Bir ağızdan bağırın “millet” diye,
“Bin yaşa ey şanlı hürriyet” diye
Bin gürültü, bin şematet eyleyin,
Cabeca izhanı hiddet eyleyin
Eyleyin yekdiğeri birden hücum
Böyle şaşkınlıklar vardır lüzum.
Hangi bir iş olsa kavgasız geçen,
Daima eyler ahali sui zan.
Haydi siz de öylece kavga edin,
Türklüğü lakin güzel icra edin.
Uğraşırken siz, bina sarsılmalı
Pantolon, setre, yelek yırılmalı
İndirin yekdiğere şaplakları,
Aşk edin enseye ta tırnakları
Defteri yekdiğeri cebren dürün
Bazı meb’usu doğarken öldürün
İstirahat eyleyin bel altı gün,
Her zaman size hayır böyle düğün.

Evet, büyük ustanın neredeyse bir asır önce çizdiği yukarıdaki tablo, bize bir yerlerden aşina gelmiyor mu ? Işte Eşref’i hep çağdaş kılan, hep güncel kılan olgu budur. Onu iyi anlamalıyız. Çünkü ondan alınacak çok ders vardır.

Ünlü şairimiz 1847 yılında Gelenbe’nin Orta Mahallesinde, 39 numaralı evde doğmuştur. Usulizade Hafız Mustafa Efendi’nin ve Arife Hanım’ın oğludur. Babası Hafız Mustafa Efendi Gelenbe Camii’- nin imam hatibi ve Gelenbev Ismail Efendi’nin torunuydu ve İbrahim Müteferrika’nıfl kurduğu ilk matbaada mukabelec ilik (editörlük) yapmış bir zattı. İlk öğrenimini Gelenbe’deki mahalle okulunda (sıbyan mektebi) tamamlayan Eşref, babasının zorlamasıyla hıfza (kuranı ezberlemek) çalışmış ve altı ay sonunda hafızlık duasını yapa cak ölçüde bellek gücü göstermişti.

Manisa’da Hatuniye Mederesesi’nde Arapça ve Farsça öğrenimi gören Eşref, o sırada Sultaniye müderrisi Rıza Efendi’den matematik ve tarih dersleri almıştır. Ilköğrenim yıllarının ardından yirmi, yirmibeş yaşlarına kadar zeybek kılığıyla dolaşıp başıboş yaşadığı bilinmektedir. Daha sonraları Manisa Tahrirat Kalemine girerek memuriyet hayatına başlamış ve kılık kıyafetini düzene sokmuştur (27 Eylül 1870).1875 yılında AkhisarMalmüdürlüğü ve kaymakam vekilliği yapan ve 19 Ocak 1878’de Istanbul’a giden Eşref, üçüncü sınıf kay makamlık sınavını kazandıktan sonra şairlikte de şöhret kazanmağa başlamıştır. Ilk yazdığı dörtlüğün aşağıdaki olduğu söylenir:Pertevi ikbaldir herkesteki şevkü şitab,Gör ki bir pervane kalmaz, şem’a vakta ki söner Farkı yoktur şimdi bir şemsiyyeden bir dostun Kim havada bir fena suret görünce ters döner 15 kadar değişik ilçede 1879-1902 yılları arasında kaymakamlık yapan Eşref, bu arada devrin ve yönetimin kötülüklerini görmezden gelmemiş, başta 11. Abdüİhamid olmak üzere saray çevresindeki birçok kişinin halka yaptığı zulüm ve baskıyı çok ince bir ironi ile dörtlüklerine yansıtmıştır.

Eşref, Kırkağaç kaymakamı iken gayrımüslim meclis üyeleri ile arasında oluşan bir sorun nedeniyle Kamil Paşa tarafından azledilir ve Izmir’e yerleşir. 0 esnada Kamil Paşa’ya şu dörtlüğü yazar:

Tirilim öyle ki, ey vali-i alihimmet
Cep delik, yok metelik, kise bakırdan hali
Yok kıyafetçe benim bitpazarından farkım
Sayenizde olalı kaymakam istibdali

Eşref, Abdülhamid karşıtı tutumları nedeni ile 12 Aralık 1902’de Izmir’deki evinde tutuklandığında Gördes kaymakamı idi. Bir yıl kadar hapiste kaldı. Daha sonra Mısır’da dört yıl süren bir gönüllü sürgün süresi başladı. Mücadelesini sürdürmeğe ve eserlerini yazmaya devam etti. Bu süre içinde Fransızca öğrenmeye çalıştı ve bir süre de Paris’te kaldı. 0 süre içinde de Paris’te bulunan istibdat karşıtı yurtseveerlerle dayanışma içine girdi.

Eşref’in hürriyet ve adalet aşkıyla yanan kalbi, lavlar, ateşler saçan yanardağlara benzerdi. Eşref, geriliğe bağlı bir gelenekçi değil di. Daima çağdaş ve uygarca ilerlemeler karşısında, Türk’ün kara bahtına ağlayan koyu bir milliyetçiydi. Avrupa’nın gelişme yollarında atılımlar yaptığını gördükçe üzülür, bunları görüp harekete geçmeyen Türk’ün kaderine boyun eğip, işi oluruna bırakmış duruşundan incinerek derin bir ah çekerdi. İşte bu ahın sonucunda ortaya çıkan dörtlüklerden biri:

Nasıl zıt olmasın alemde garbiyuııla şarkiyyun,
Güneşten hepsinin güya nuru mah olmuştur.
Ziraat, marifet, sanat, saadet şimdi onlarda,
Cehalet, meskenet, zillet, rezalet bizde kalmıştır
. 

Eşref, memleket hakkındaki arzularının gerçekleşmediğini gö nince, insanlardan ne kadar yıldığırıı ve onların vefaszlığından nasıl nefret ettiğini şiirlerinde açıkça belirtir:Mümkün olsa kaçarım alemi ervaha kadar.İhtilat eylemem ecsam ile makberde bile,Şol kadar eyledim insan oğlundan nefret,İstemem yüzlerini görmeği mahşerde bile.Eşref, 22 Mayıs 1912’de Kırkağaç’ta o zamanların amansız has talığı olan veremden, eski Bahçıvan Pazarı’ndaki evde ölmüştür. Eşref’in öldüğü oda, yıllar sonra benim doğduğum odadır (U.E.). Kırkağaç mezarlığındaki kabrinin taşında şu ünlü dörtlüğü yazılıdır:

Kabrimi kimse ziyaret etmesin Allah için,
Gelmesin reddeylerim billah öz kardaşımı.
Gözlerim ebnay ademden ol rütbe yıldı kim,
İstemem ben Fatiha, tek çalmasınlar taşımı.

Şair Eşref hakkında en kapsamlı araştırmalardan birini yaparak yayınlayan Alpay Kabacalı’nın önsözünden bir bölümü buraya almakta yarar gördük:

“Yazarlar, edebiyat tarihçileri, eleştirmenler neredeyse oybirliği ile Eşref in en büıük, en önemli heccavımız olduğu yargısına varıyorlar. Buna karşın Eşref, gerektiği ölçüde üzerinde durulmamış, genç kuşak lara yeterince tanıtılmamış bir şair. Bunun nedenleri şöyle özetle nebilir: Bir kere, geleneksel (Divan şiirine yaslanan) edebiyat anlayışı yergiye, yergi şiirine iyi gözle bakmamış. Bunda hicviye yazan divan şairlerinin divanlarını sövgü ile doldurmalarının da payı vardır. Cum huriyet döneminde de, hem bu yüzden, hem siyasal iktidariara yaran mak isteyen birtakım işgüzarların çabasıyla yergi türü ve Eşref lise müfredat programı dışında bırakılmış. Ote yandan, Eşref’in gerek yaşayışı gerek yergileriyle ‘şifahi’ bir kişi oluşu (dörtlüklerini ‘yaz maktan değil söylemekten’ hoşlanması ve Istanbul’un edebiyat çevre leri dışında yaşaması vb.), onunla ilgili araştırmaları güçleştirmiş. Yine de, şiiri ‘benhiğinin iliklerinden süzerek bazan bireylerin, bazan toplumun manevi yüzüne fırlatan’ Eşref hakkında, günümüz okur larının sadece kahve sohbetlerini dolduran yakası yırtık fıkra ve mısralardan başka birşeyler öğrenmek, onun çarpıcı buluşlarını, vurucu izelerini okuyup deyiş ustalığından ve zekasından tat almak istemedikleri öne sürülemez”.

Eşref’in eserleri şunlardır:

1- Deccal I(1904),
2- İstimdad (1906),
3- Şah ve Padişah (1906),
4- Deccal II (1907),
5- Deccal III (1907),
6- Hasbıhal (Yahut Eşref ve Kemal) 
7- Iran’da Yangın Var (1908),
8- Kuyruklu Yıldız (1910),
9-Eşref’in Rüyası (1911),
10- Meclis-i Mebusan (1911),
11- Bergüzar (1911),
12- Dayaklı Çavuş (Basılmamış piyes).

Şairin bunlardan başka, Kıtalar ve Hikayeler, Köy ve Hikayeler, Köy Düğünü, Köy Mektepleri gibi, gazetelerde yayınlanmış eserleri vardır. Son eseri Tercüman-ı Millet veya Kaside-i Hürriyet adlı uzun bir manzumedir. Bu eserin bir kısmı 1928 yılında Vakit Gazetesi’nde yayınlanmıştır.
İçeriğe dön | Ana menüye dön